Yorgos Lanthimos’un yeni sinematik şaheseri Poor Things, birçok farklı şekilde nitelendirilebilir: Çarpıcı, seksi, yaratıcı, sansasyonel. En İyi Prodüksiyon Tasarımı dalında Oscar ödülüne aday olan filmin set macerası, sahiden de hakkında konuşulmayı hak ediyor.

Shona Heath ve Kill Your Friends filminden tanıdığımız James Price’ın prodüksiyon tasarım liderliğinde hayata geçen setlerin hikayesi, Yorgos Lanthimos’un eksantrik vizyonunda başlıyor. Poor Things, ayrıca Heath’in ilk film deneyimi olarak da ön plana çıkıyor. Bu nedenle filmin prodüksiyonundan bahsederken, aslında övgünün büyük bir kısmını James Price’ın hak ettiğini belirtiyor.

“Çok farklı kafadan iki insanı bir araya getirirsem, bu ikisinin yaptığı iş başarılı olursa ve birbirleriyle geçinebilirlerse ortaya epey ilginç bir şey çıkar diye düşünmüştüm,” diye anlatıyor yönetmen. Çok farklı iki kişi olmalarına rağmen son derece iyi geçinen ikili, yaptıkları işi iki uçtan tuttuklarını anlatıyor. “Sen detaylardan başlayıp genele doğru çık, ben de genelden detaylara ineyim,” demiş Price. “Ortada buluşalım.”

Bu ikilinin zıt perspektifleri, Poor Things filminin set tasarımında inceden kendini belli ediyor. Yumuşak ve sert dokular, bir hayal aleminden çıkıp gelmiş gibi gözüken mekanlar, izleyiciyi aynı anda hem hiçbir yerde hem de her yerde gibi hissettiriyor.

Poor Things’in bir diğer oyuncusu Willem Dafoe’nin karakterinin farklı farklı canlıları kesip biçmesi gibi bu ikili de farklı dokuları kesip biçerek sıra dışı kontrastlar yaratıyor. Özellikle doku konusuna Lanthimos’un epey dikkat ettiğini söyleyen Heath, sürekli olarak daha fazlasına itildiklerini de belirtiyor.

Bu ekibin elinden ortaya çıkan Poor Things’in set tasarımını, IndieWire “retro-fütüristik fantezi” başlığı altında veriyor. Ne gelecekte ne geçmişte; ne dünyamızda ne ötesinde. 1930’lardan günümüze akan bir tasarım mevcut: Zamandan ve mekandan sıyrılma hissini seyirciye yansıtmayı hedefliyorlar. 

Yetişkin bir kadının vücudunda hapsolmuş bir çocuğun hikayesini anlatan Poor Things’in senaryosunu çözümlemek, elbette ki bu yolda atılan ilk adım. “Yaratmaya çalıştığımız dünya için bizi, filmin senaryosu yönlendirdi,” diyerek filmin konusu ile set tasarımı arasında bir köprü kuruyor Heath. “Yapmamız gereken ilk şey Bella’nın nasıl yaşadığını anlamaktı.”

Filmin yüzde doksanı Budapeşte’de büyük setlerin içerisinde çekilirken sadece çok küçük bir kısmı halihazırda var olan mekanlarda çekilmiş. Yani set tasarımı, aslında bu filmin tam olarak kalbi. 

Poor Things Kadar Eğlenceli Detaylar: Craighill Seçkisi

Poor Things'in set tasarımında büyük oranda Albert Guillaume’nin Paris’teki Belle Epoque döneminden ve Roy Andersson’un absürt filmlerinden yola çıktıklarını söylüyorlar. İlham alınan isimler arasında bunlara ek olarak Egon Schiele, Hieronymus Bosch, Francis Bacon gibi birbirinden klasik ve ünlü isimler de yer alıyor. Bella’nın evini tasarlarken ise Londra’da yer alan Sir John Soanes Müzesi’nden bolca ilham alınmış.

“Uyum içinde çalışıyorlardı,” diyor Poor Things başrolü Emma Stone. “Yarattıkları dünyada gezinmek yarım saat sürüyordu. Restoranlardan otellere kadar resmen sıfırdan bir şehir inşa ettiler,” diyerek şaşkınlığını da belirtiyor.

Poor Things filminde Bella’nın ilk ziyaret ettiği Lisbon şehri için farklı mimari ilhamlar birbirine karıştırılmış. Hiçbir şeyin birbiri gibi olmadığı gerçekçi bir atmosfer yaratmak istemişler. Hem modern hem de ortaçağ mimarisinden elementler, mitik yaratıkların temsili ile bir araya gelmiş. Bu kaotik görüntü, kara mizaha katkı sağlayan motiflerle desteklenmiş.

Paris’teki barok tarzında inşa edilmiş genelevin pencerelerinin falik şeklinde olması ve kulaklı bir ayna gibi çarpıcı detaylar, Poor Things’in yansıtmak istediği kaotik ve eğlenceli atmosferi oluşturan detaylardan. Her bir ayrıntı, farklı bir hikaye anlatıyor. Bu hikayelerin birleşiminde de Poor Things gibi bir şaheser mevcut.

Golden Globe’dan BAFTA’ya, Oscar’dan Critic’s Choice Awards’a kadar birçok prestijli ödül töreninde aday gösterilmiş olan Poor Things’in dünyasında kaybolmak çok kolay. Ustaca işlenmiş konusu, beyaz perdede adeta hayat bulan karakterleri ve unutulmaz detaylarıyla Poor Things, Lanthimos’un en sevilen eserlerinden bir tanesi olarak tarihe geçecek gibi duruyor.